Çocuklarımızı Büyütürken Kaybetmek
- Okan ALGÜN
- 6 Ağu
- 3 dakikada okunur
Yan Yana Ama Uzak ; Aynı evin içinde, aynı sofrada, aynı odada…Ama aramızda görünmez duvarlar var. Bazen bir telefon ekranı, bazen yorgunluk, bazen de bitmeyen koşuşturma örüyor bu duvarları. Farkına varmadan, en değerli bağımızı sessizce yitiriyoruz.

Birileri ekran karşısına çıkıyor…“Çocuğunuza böyle davranın.”“Şunu yaparsanız mutlu olur.”“Böyle konuşursanız bağınız güçlenir.”
Peki soruyorum…Bu cümleleri kuranlar, gerçekten ebeveyn mi?Geçim derdi nedir, bilirler mi?Sabah 07.00’de hem kendini hem çocuğunu alelacele hazırlayıp, servise yetişmek için yarım bırakılmış bir kahvaltının soğuk tadını dillerinde hissettiler mi? Akşam eve döndüklerinde, yorgun bir çocuğun ödevleri, akşam yemeği, banyosu ve ertesi gün telaşı arasında nasıl kaybolduğunu gördüler mi? Sanmıyorum.
Büyük şehirlerde anne-baba olmak, kesintisiz bir maraton. Ve bu maratonda en sessiz kayıp, farkına varmadan zayıflayan o görünmez bağ…
Gün sabahın erken saatinde başlıyor. Çocuk okulda, anne-baba işte…Akşam eve dönüldüğünde, elimizde yalnızca 2–3 saatlik bir kesişim kalıyor. O saatler de çoğu zaman “Ödevini yap” ya da “Yatma saatin geldi” gibi zorunlu cümlelerle doluyor. Gün bitiyor; ama kalbe dokunan, hatıra bırakan tek bir sohbet bile yapılmadan.
Üstelik çocuklarımız, ilkokuldan üniversiteye kadar, hep bir yarış pistinde koşuyor. Daha iyi bir lise, daha iyi bir üniversite…Bu yarışta geride kalanın, hayat boyu bu eksiklikle anılacağına inandırılıyorlar. Biz ise çoğu zaman farkında olmadan, birkaç dakikalık konuşmalarda kaygılarımızı, korkularımızı onlara yükleyerek omuzlarına daha fazla ağırlık koyuyoruz.
Hafta sonu bir telafi fırsatı gibi görünse de tablo pek değişmiyor. Kurslar, evin eksikleri, faturalar, alışverişler, ziyaretler…Göz açıp kapayıncaya kadar biten günler…“Ailece vakit geçirdik” dediğimiz anlar, çoğu zaman yan yana ama birbirinden kopuk geçirilen saatlerden ibaret kalıyor.
Ve yaz tatili…
Okullar tatil olsa da hayat tatil olmuyor. Çocuğunu bırakacak yer arayan aileler, mecburen yaz okullarına yöneliyor. Üstelik bu, çoğu zaman bir maaşa denk geliyor. Böylece çocuk, yıl boyu olduğu gibi tatilde de ailesinden çok başkalarıyla vakit geçiriyor.
Ergenlik çağındaki bir çocuk için bu süreç, derin bir kimlik karmaşası demek. Farklı aile kültürlerinden gelen arkadaşlar, değerlerini bazen zenginleştiriyor, bazen de kendi aile kültürünü silikleştiriyor. Bir de sosyal medya eklenince…Doğru ile yanlış arasındaki çizgi, sisli bir sabah gibi bulanıklaşıyor. Ekranlardan yağan binlerce içerik, çocuğun dünyasını yeniden şekillendiriyor. Evde anne-babanın elinden düşmeyen telefon, teknolojiye olan ilgiyi daha da besliyor. Ve çocuk, ailesinin sıcaklığından çok, ekranın soğuk ışığını tercih etmeye başlıyor. Biz ise hâlâ “onunla vakit geçiriyoruz” sanıyoruz; oysa aramızda, sadece bir ekran değil, koca bir dünya var.
Anne-babalar kötü niyetli mi?
Asla.
Tam tersine, her biri çocuğuna daha iyi bir gelecek sunabilmek için mücadele ediyor. Ama bu mücadele, bazen fark etmeden en değerli şeyi, o bağı yıpratıyor. Sorun niyette değil, şartlarda.
Ve bu şartlar, enerjimizin en yüksek, sağlık sorunlarımızın en az olduğu 25–45 yaş aralığında bizden ömrümüzün en hızlı akan yıllarını çalıyor. Geriye dönüp baktığımızda, çocuklarımız çoktan yetişkin olmuş, kendi hayat savaşına girmiş oluyor. O an anlıyoruz…Ömrümüzün sayılı günlerinde ne kadar azında bir arada olduğumuzu…Ve ne acıdır ki bunu, çoğu zaman sevdiklerimizi kaybettikten sonra fark ediyoruz.
Oysa geçim sıkıntısı, uzun mesailer, trafik, kira yükü, iş stresi olmasa; her anne-baba çocuğunu dinler, anlar, yanında olmak ister bence…Bu yüzden artık tek tip ebeveynlik reçetelerinden çok, ailelerin yükünü hafifletecek gerçekçi çözümleri konuşmamız gerekiyor.
Yaz aylarında evden çalışma imkânı tanınabilir. İş yerleri, belirli yaş grubundaki çocuklar için, kreş mantığında ama daha zengin içerikli etkinlik alanları kurabilir. Belediyeler ve sivil toplum kuruluşları, ailelerin birlikte vakit geçirebileceği ücretsiz veya düşük maliyetli merkezler açabilir. Okullar, yaz tatillerinde “ödev kampı” yerine aile–çocuk bağını güçlendirecek atölyeler düzenleyebilir. Ve belki de en önemlisi; mesai saatleri, ailelerin çocuklarıyla geçirebileceği zamanı artıracak şekilde yeniden düzenlenebilir.
Çünkü o bağ bir kez zayıfladığında… Ne nasihatler, ne kurallar, ne de geç kalmış özürler; eskisi gibi güveni geri getirebilir. Ve çocuklarımız, gözümüzün önünde sonu belirsiz bir yolda ilerlerken; biz, elinden tutmak için çırpınan ama yarı yolda tükenen anne babalar hâline geliriz. Belki de, aile olmanın yerini yavaş yavaş hayatta kalma mücadelesinin aldığı, bu mücadeleyi de “normal” saymaya başlayan bir toplumu kabulleneceğiz… Ne acı ki, farkına bile varmadan.
Yorumlar